Kimlik, cinsellik politikalarına hâkim hale geldi. Lezbiyen ve erkek eşcinsel politikalar tarihi, özdeş-olmayan kimliklerin doğuşunun üzerine gelişen dirençten filizlenmiştir: Heteroseksüellik ve homoseksüellik (biseksüel politikaları daha sonra gelişmiştir). Tarihçi Jonathan Katz’a göre (1996) Heteroseksüel kelimesi ilk olarak 1893’te kendi çağdaş anlamında kullanılmıştır. Avusturyalı psikiyatrist ve seksolog Richard von Krafft Ebbing, terimin, üremek amacıyla yapılan normal ve sağlıklı cinsellik eylemi anlamından karşı cinsle ilişki kurma arzusu anlamına ulaştırılması, böylelikle üreme amacı olmaksızın zevk olanağı anlamının elverişli kılınmasında önemli rol oynamıştır. Heteroseksüellik, ABD’de üreme amacıyla (kadın+erkek) cinsellik anlayışının güçten düşmeye başladığı 1920’lere dek popüler bir kimlik tanımı haline gelmedi. 1800’lü yılların sonuna doğru tıbbi ve hukuki işlemlere girene dek homoseksüellik kabul edilemez bir kimlikti. ‘…sodomi (ters ilişki), bir yasaklanmış eylemler kategorisiydi, bu eylemleri icra edenler, birer hukuki maddenin ötesini ifade etmiyordu. 19. yüzyılda eşcinsel, bir yaşama tarzı, yaşam biçimi olmanın yanı sıra bir şahsiyet, bir geçmiş, bir vaka tarihçesi ve bir çocukluk haline de gelmişti (Foucault, 1990: 43). Heteroseksüel denilen insanlara, ve bu insanlar da kendi aralarında birbirlerine, heteroseksüelliğin doğal, normal ve doğru olduğunu anlatıyorlardı (ABD’de 1920’lerden 1930’lara dek). Elbette Heteroseksüelliklerini özel ve yerelde, iki cinsin bir arada bulunduğu ve (ırkçılaştırılmış ve sınıflaştırılmış olduğu kadar) cinselleştirilmiş uygulamalar yoluyla korumaya özen göstermek zorundaydılar. Aynı zamanda onlara ve onlar birbirine bu uygulamaların doğal ve sorgulanamaz olduğu anlatılıyor ve anlatıyorlardı, böylece (çoğunlukla) bu etkinlikleri sürdürüyorlardı. Öte yandan eşcinsel olarak tanımlananlara ve bazen onlar da birbirilerine eşcinselliğin doğal olmayan, sapkın ve gayri ahlaki olduğu söyleniyor ve söylüyorlardı. Eşcinsel olarak yapılananlar, buna direnç göstermenin kendilerince bir yolunu bulmakla birlikte, eşcinselliğin yapılanması daha sistematik (en azından daha iyi belgelenmiş) direnç yapıları haline gelmesi sonucu çıktı.
Eşcinsel azınlık grubu kavramı bu
dönemde doğdu (Cory 1951, Epstein 1998’de değiniliyor), ama 1970’lerde eşcinsel
alt kültürlerinin yükselmesine kadar (Epstein, 1998) gelişemedi. Bununla
birlikte gelecekteki kimlik politikalarının tohumlarını 1950’lerin homofil
kuruluşlarına görüyoruz. “Eşcinsel grubunun biricik işlevi, eşcinsellerin
eşcinsel olarak kabul görmesi ve ‘sapkın eğilimleri’ için destek toplanması
açılarından psikolojiktir” (Leznoff & Westley, 1998, 5, benim vurgum). Bu
yaklaşım kısa sürede bir başkasının önünü açtı: ‘herkesin içindeki eşcinseli
serbest bırakarak toplumu özgürleştirmesi rüyasının devri geçti. Bunun yerine
eşcinseller enerjilerini birer eşcinsel olarak toplumdaki ilerlemelerine
yoğunlaştırdı.’ (Epstein 1998: 140; özgün vurgu). Özgürleşme hedefi
homoseksüellik ve heteroseksüellik arasında eşitlik idealine dönüştürüldü.
Bu politik tartışmalara paralel
olarak homoseksüel kimliğin nasıl anlaşılabileceğine dair sorular da vardı.
Kinsey’in erkek (1948) ve kadın (1953) cinselliği üzerine çalışmaları
eşcinsellik kavramının bir temel koşul olarak araştırılmasına ilişkin kendisine
ait bir cinsel süreklilik modeliyle geliştirilen ilk girişimdi
(Heteroseksüellikten homoseksüelliğe 0-6 arası sınıflandırma). Bununla birlikte
bir oluşum tipi olarak eşcinselliğin temel sorgulaması Simon & Gagnon
(1998;1973) ve McIntosh (1998) çalışmaları da dâhil ilk olarak etiketleme
teorisinin açıklandığı sosyolojik çalışmalarda yer almıştır. Böylesi teorik
gelişmeler lezbiyen ve gey politikalarının temellerine başvurmaya başlamıştır.
Sosyal inşacıların yaklaşımına göre eşcinsellik temel bir koşul değildir ama
Simon & Gagnon’a göre bir ‘sosyal kategori, McIntosh’a göre de bir ‘rol’dü.
Bununla birlikte kimlik
politikalarının savunucuları, temelleri asgari düzeyde uyarlayarak paylaşılan
deneyim ve ortak çıkarları vurgulayan bir inşacı (konstrüksiyonist) tavır
oluşturmayı başardılar. Seidman, özcülükten (essentialist) inşacılığa dek bütün
gey politika çeşitlerinin çıkarlar bakımından bir aynılık nosyonuna bağlı
olduğuna dikkat çeker. “Gey teorisi, ‘çıkar politikaları’ dediğim kavramla
bağlantılıdır. Bu, haklar ve bir eşcinsel özne tarafından sosyal, kültürel ve
siyasal olarak temsil edilme talebi çerçevesinde düzenlenen politikaları ifade
eder. Başlangıçtaki homofil hoşgörü talebinde, eşcinsel özneyi özgürleştirmeye
yönelik gey özgürleşme projesinde, veya etnik milliyetçiliğin eşit hak ve
temsil iddasında gey hareket, hep bir çıkar politikasıyla eşleştirilmiştir.”
(Seidman, 1997: 154–154). Bu benzerlik ve ortak çıkarlar iddiası, gey, lezbiyen
veya biseksüel olarak tanımlanan ya da kendilerinde aynı cinsel arzular
bulunduğunu düşünen insanlara pek uymamaktadır. Paylaşılan cinsel yönelime
kimliğe yapılan vurgu, ırk, cinsiyet ve sınıf da dâhil diğer toplumsal
bölünmelere dair tartışmaların önünü tıkamaktadır. Bu, ayrıca eşcinsel arzulara
sahip olarak tanımlanan bireyler arasındaki cinsel çeşitliliğin göz ardı
edilmesine yol açmaktadır. Beyaz, orta sınıf, engelli olmayan erkeklere vurgu
yapan gey politikaları tarafından dışlanmış hissedenlere alternatif sağlamak
üzere yeni kimlik politikası biçimleri gelişmiştir.
Bakış Açısı (Standpoint) Eleştiri
Tekil kimlik politikalarının
sınırlamalarının üstesinden gelmek için geliştirilen girişimlerden biri olarak
feminist aktivizm ve teori, kimlik politikalarının daha özel biçimlerini
oluşturmak adına bir çok baskı kategorilesini birleştirdi. Teoriye göre kadın
ve gey gibi kategoriler odaklandıkları şey açısından son derece sınırlıdır.
Buna göre, bakış açısı epistemolojisi melez özne konumlarına dayalı yeni bilgi
biçimleri üretme gayretidir. Bu bilgiler beyaz, erkek, Heteroseksüel ve orta
sınıf deneyimlerinin hegemonyası tarafından bastırılan seslerin kendilerini
ifade etmesini mümkün kılacaktı. Siyahi feminizminin gelişimi, bakış açısı
epistemolojisinin bir ilk örneğidir: ‘çünkü Siyahi kadınlar, dünyanın
beyaz-erkek yorumuyla mücadele ederek kendilerinin tanımladığı bir bakış açısı
ifade etmek zorundaydılar, Siyahi feminist düşünce boyuneğdirilmişlerin bilgisi
olarak görülebilir’ (Hill Collins, 1991: 201–202).
Lezbiyen feminizminin
savunucuları, lezbiyen kadınların deneyimlediği birleşik toplumsal cinsiyet ve
cinsellik baskısını vurgulayarak, cinsel ayrıcalıkları sorgulamamaya eğilimli
geylerden ayrılırlar. Bunun yerine Adrienne Rich gibi teorisyenler, zorunlu
Heteroseksüelliğin bütün kadınlar üzerinde baskı yaratma şekilleri üzerinde
durmuştur (1993). Rich’in Heteroseksüellik eleştirisi birçok gey erkek
aktivistinkinden farklı olarak, heteroseksüelliğin patriyarkal iktidarın mihenk
taşlarından biri olduğunu ileri sürer. Gey erkeklerle lezbiyenleri homofobiye
karşı birleştirmeyi değil, kadınları hetero-patriyarkaya karşı birleştirmeyi
hedefler.
Kimlik Politikalarının Postyapısalcı Anarşist Eleştirisine Doğru
Kimlik Politikalarının Postyapısalcı Anarşist Eleştirisine Doğru
Lezbiyen, gey, biseksüel ve
transseksüel (LGBT) kimlik politikaları, birçok insanın hayatında kesinlikle
olumlu etkiler yarattı. Yalıtılma duygularını azaltmak ve baskıya karşı direnç
göstermek üzere kolektif organizasyonlar, üzerinde çalışmaya değer konulardır.
Bununla beraber, bu yaklaşımın başarısı, kendi terimleriyle, sınırlıdır;
heteronormatiflik birçok sosyal bağlamda hakimiyetini korumaktadır. Dahası,
LGBT kimlik politikaları, homojenliği teşvik etmek, sınıf ve ırk gibi diğer
baskı biçimlerini yeterince vurgulayamamak, ve hetero-homo, kadın-erkek gibi
ikili bölünmeleri ortadan kaldırmak yerine somutlaştırmak eğilimlerine yol
açtıkları için eleştirilere uğradı. Dolayısıyla, LGBT kimlik politikaları,
direniş çabalarında baskı ilişkilerinin yeniden üretme tehlikesi
barındırmaktadır.
Birçok teorisyen kimlik
politikalarındaki sınırlamaların yapısalcı bir toplumsal gerçeklik
anlayışındaki temellerinde bulunduğunu öne sürüyor. Ben de benser iddialarda
bulunuyorum. Bununla birlikte, cinsiyete dayalı kimlik politikalarının
postyapısalcı eleştirisini tarif etmek haline gelen “queer teorisi”nin doğrudan
savunulması yerine postyapısalcı anarşist teorilerin, cinsellik politikalarının
teori ve pratiğini yeniden ele almada potansiyel bir çerçeve sağlayabileceğini
öneriyorum. Postyapısalcı anarşizmin (veya postanarşizmin) kendisi tek bir
uyumlu ve sınırlı öğretiler kümesi değildir. Daha ziyade, klasik anarşizmlerin
aşırı normalize olmuş doktrinerliğini ve onun çağdaş haleflerini reddederken,
bir yandan anarşizmin anti-otoriter ruhunu kucaklayan ‘geniş ve heterojen
anarşist ve anarşistik teori ve pratikler dizisini tarif eder (Spoon
Collective, 2003). Bu, özellikle geleneksel anarşistik düşünceyle birçok
ortaklıklar barındıran politik taktik ve etik anlayışını temsil eden Foucault
ve Deleuze gibi Fransız postyapısalcılarının çalışmalarını içerir. Aynı zamanda
postyapısalcılık daima bastırıcı olup hiçbir zaman üretici olmayan hümanizm ile
iktidarın anarşist kavramsallaştırılmasına uygulanabilir alternatifler sağlar
(May, 1994).
Özellikle Judith Buttler’ınkiler
gibi “queer teorisi” olarak tanımlanan bazı çalışmalar, postyapısalcı anarşist
projeyle tutarlı olarak okunabilir. Bununla birlikte daha geniş kapsamlı
postanarşist yaklaşımlar, queer teorisinin kısıtlamalarını bertaraf edebilir,
buna diğer cinsiyet ve cinsel kimliklerin dışlanması kadar “kural ihlalinin”
vurgulanması ve diğer şiddet faaliyetlerinin dışlanmasına odaklanma da dahil
(örn. ırkçılık ve ekonomik ayrımcılık).
Dahası, postanarşist bir çerçeve
queer teorinin postyapısalcı siyaset felsefesine dair maruz kaldığı
eleştirilere cevap vermesine yardım edebilir. Sık getirilen eleştirilerden
biri, queer teori zemininde siyasi eylem olanaklarının en iyi ihtimalle
sınırlı, en kötü ihtimalle kullanılamaz olması şeklindedir. Bu tartışmayı
örnekleyen bir makalede Joshua Gamson (1996) queer teorinin bir ikileme yol
açtığını ileri sürer: hem etnik/özcü sınırların korunduğu hem de
queer/yapısökümcü sınırlarının destabilizasyonunun mantıklı olduğu. Gamson’ın da
takdir ettiği gibi queer, politik baskıyı üreten erkek/kadın ve hetero/homo
gibi ikili bölünmelerin doğal olarak pekiştirilmesi aracılığıyla (işleyen)
etnik tarzda gey ve lezbiyen kimlik politikalarının sınırlarını ifşa etmek için
önemlidir. Bununla birlikte queer teorisinde eylem için pek fazla pragmatik
olanak görmez. “Yapısökümcü stratejiler en mantıklı yanıtın belirli bir
kolektif kimlik içinde ve onun aracılığıyla gösterilecek direnç olduğu çok
somut ve şiddetli kurumsal biçimlere karşı sağır ve kör kalırlar” (409).
Kendisinin de belirttiği gibi Gamson kimlik politikalarından bırakılmasının
gerekliliğini sorgulayan tek kişi değildi. Kimlik politikalarının zeminini
sorgulayan diğerleri birer “işlemsel özcülük” (Spivak, Buttler’da 1990),
“stratejik özcülük” (Fuss, 1989) savunucusu oldular ve kimlikleri “zorunlu
kurmacalar” (Weeks, 1995) olarak kabul ettiler. Öncelikle “kültürel”in alanında
Gamson queer politikalarının gücünü görür. ‘İkilemin özünde (kategorileri
akıllı bir stratejiye doğru esneten) baskının kültürel kaynakları ile
(kategorileri akıllı bir stratejiye sıkıştıran) baskının kurumsal kaynaklarının
eşzamanlılığı bulunuyordu’ (412). Bununla birlikte yapısökümcü yaklaşımların
düzenleyici kurumlara etkin bir direnç gösterip gösteremeyeceğini sorgular.
Makalesinin bir postyapısalcı anarşist okuması, sanıyorum ki Gamson’ın
‘kaçınılmaz olabileceiğinden’ korktuğu queer ikileminin çözülmesine yardım
edecektir(413).
Gamson kiss-in’ler ve ‘Queer Bart
(Simpson)’ tişörtleri gibi belli kültürel taktiklerin hukuk ve tıp da dahil
belli şiddet içeren düzenleyici kurumları hedeflemediği önermesinde haklıdır.
Bununla birlikte kimlik politikalarının gerekliliğini savunmada yapısalcı ve
devletçi (statist) anlayışa dayanmaktadır. ‘Etnik modeldeki çıkar grubu politikaları,
Amerikan sosyopolitik sahasının basitçe fakat muhalif etkenlerden yoksun
olmayarak yapılanma şeklidir’ (409). Tartışması birincil olarak oy blokları
yoluyla devlet sistemlerinin gereklerinin yerine getirilmesi, ve sonra lobi
grupları ve ayrımcılık karşıtı yasalar örnekleriyle devam eder. Gamson, direnç
yollarını tanımlarken sanki ‘devlet’ somut bir yapıymış, günlük sosyal pratiğin
dışındaymış gibi davranmaktadır. Dolayısıyla cinselliğin özcü modellerindeki
biyolojik determinizm, yerini toplumun yapısalcı modellerindeki sosyal
(devletçi-kurumsal) determinizmine bırakır. Postyapısalcı anarşist bir tavır,
devletin politikaları belirlemediğini, bunun yerine belli politik (oylama ve
lobileşme de dahil ama bununla sınırlı olmayan) uygulamaların devlete yol açtığını
önerirdi. Gender Touble kitabının başlangıcında Judith Buttler (1990)
Foucault’ya gönderme yaparak, feminizmin temsil siyasetiyle hükümet arasına
kesin bir bağlantı kurar. Feminizm için kadınların temsili hem politik bir
kategori olarak tanınma aracı, hem de bir politik kategori olarak ‘kadınlar’ı
ortaya çıkarma aracıdır. Bunun gibi onların yararı için bir devlet bir küme
konu temsil etmeyi vaat ediyor, “ancak böylesi yapılar tarafından düzenlenen
özneler, bunlara tâbi olmaları nedeniyle bu yapıların gerekliliklerine göre
biçimlenir, tanımlanır ve yeniden üretilirler (p.2)”. Bu, feminizm için iki
özel problem yaratır: ilk olarak ‘kadın’ kategorisinin temsili daima
ayrımcıdır, bu da bu temsil iddialarının tahakkümüne dirençle sonuçlanır.
İkincisi, ‘kadın’ kategorisi, ‘devlet’ de dahil bir sistem tarafından
oluşturuluyorsa, bu kategoriyi kendi temeli olarak alan bir politika hiyerarşik
bir cinsiyet bölünmesinin sürekli üretimine yardım edecektir. Eşitliği iktidar
yapıları içinde aramaktansa Buttler’a göre feminizm, ‘kadın’ kategorisinin
nasıl oluştuğunu ve bu sistemlerce nasıl sınırlandığını anlamalıdır. Yine
Buttler, feminizmin (örn. kadınlar toplumsal üretimden önce vardı gibi) temelci
iddialarını liberal demokrasinin iddialarıyla kıyaslar. ‘Tarihsel olmayan bir
“önce”nin performatif talebi, yönetilmeye özgürce razı olan ve böylece siyasal
sözleşmenin meşruluğunu oluşturan kişilerin toplum öncesi ontolojisini
garantileyen temel önerme haline gelir’ (p.3, benim vurgum). Gamson’a
döndüğümüzde, eğer gerçekten de sıkı kategoriler tam da kurumsal baskının
sonuçlarıysa, bu kurumsal baskıya karşı kategorileri sıkılaştırmak akıllıca bir
strateji olamaz.
Burada Deleuze ve Guattari’nin
‘göçebe savaş makinesi’ ve ‘devlet biçimleri’ kavramlarına dönerek kimlik politikalarının
ve devletin eleştirisiyle rıza kavramını birleştiren bağlantıları daha yakından
inceleyebiliriz.
Cinsel Yönelim ve Devlet Biçimi
Gamson’ın ‘kurumsal baskı’ terimi
yerine Deleuze ve Guattari’nin ‘sadece makropolitik değil, aynı zamanda mikropolitik
seviyede de kendini destekleyen yerel uygulamalara bağımlı ve daima kurtulma
olanakları sunan bir kurumdan ziyade mekanizma olarak devlet tanımına
bakıyorum’ (May, 1994, 108). Elbette hükümetler somut kurumlar olarak
anlaşılabilir. Bununla birlikte onları bu şekilde algılamak, makropolitik
politikaların (‘kurumlar’ görüntüsünü üreten bir şekilde) kendilerinin
birbirine karışmış mikropolitik ilişki ve uygulamaların üretimi olma şeklini
gözden kaçırmaya benzer. Deleuze ve Guattari devlet biçimi kavramını, devletle
karşılıklı bağımlılık ilişkisi içinde bulunan ve merkezi iktidarın korunması
için denetim aracını kullanan mikro ve makro seviyedeki işlemleri tanımlamada
kullanırlar. ‘Devlet biçiminin amacı, belli yapılara bütün göçebeliği
sabitleştirmek, onun yaratıcılığının belli sınırları ve belli kimlik
kategorilerini aşmamasını güvence altına almaktır’ (May, 1994: 105). Göçebelik
‘[…] yaratıcı fakat yersizyurtsuzlaşmış, verili herhangi bir toplumsal
düzenlemeye bağlanmayan bir kuvvettir; bunlar sürekli yaratıcıdır ancak
yaratıcılıkları doğal olarak herhangi bir ürün tipi veya kategorisiyle
sınırlandırılmamıştır. Böylesi bir göçebelik Deleuze’ün düşüncelerinin
merkezinde yer alır, çünkü yeni ve farklı pratik biçimlerinin kavranmasına, ve
böylece istenmeyen kısıtlamalar olarak mevcut kimliklenme biçimlerine direnç
gösterilmesine olanak sağlar.’ (May, 104-5)
Göçebe yaratıcılığın denetlenme
tarzına Deleuze ve Guattari ‘üstkodlama’ adını verirler ve ‘Devletin özünü
oluşturan işlem’ olarak tanımlarlar (1977, May 1994, 105’te aktarılıyor).
‘Üstkodlamada farklı pratikler tek bir kategori veya ilke altında birleştirilir
ve kapsamları o kategori veya ilkenin varyasyonları olarak tanımlanır. Farklılıklar
da aynının değişik tarzları haline gelir. Bu yolla, farklı uygulamaların göçebe
yaratıcılık tarafından üretimleri, o uygulamaların değerlendirildiği tek bir
standart veya belli standartların yaratımıyla sınırlı kalır’ (May, 1994: 106).
Devlet, üstkodlama uygulamalarını çoğunlukla yasalardaki kodlamayla işleyerek
belli uygulamaları sağlar, ya da dayatır. Devlet tarafından mümkün kılınan bazı
uygulamalar, ileri seviyedeki bazı uygulamaları zorlamaya ya da engellemeye
hizmet edebilir. Bu mikropolitik seviyede, devlet biçimleri, genellikle
doğrudan ya da devlet aygıtlarının dolaylı desteği vasıtasıyla üstkodlama
yoluyla da işler.
Burada cinsel yönelim kimliğinin
devlet biçimi ile anlaşılabileceğini öneriyorum. ‘Batı’ kültürlerinde
heteroseksüel ve homoseksüel kimliklerin gelişmesinden önce de (kiliseler de
dahil diğer siyaset mekanizmaları gibi) devletler, cinsel davranışlar için
standartlar belirleme çabalarında etkindiler. Üreme ihtimali, ya da algılanan
ihtimali, bazen cinsel zevkin tek savunması olarak tanımlanıyordu. Gerçekte,
daha önce de belirttiğim gibi, heteroseksüellik, ilk tanım olarak ‘karşı
cins’ten bireylere karşı saygın üreme gerekliliği dışında güçlü arzulara sahip
olup cinsel eylemlerde bulunanların akıl hastalığı anlamında kullanılıyordu. Heteroseksüellik
yeni bir devlet-biçimi olarak, belli birtakım uygulama tiplerinin tek bir
psikiyatrik kategoriye sıkıştırılmasıydı. Homoseksüellik ve biseksüellik,
olumlu ya da olumsuz çağrışımlarıyla beraber bu temanın varyasyonları olarak
kuruldu. Cinsel yönelim, üç kutudan biri içinde ya da ilişkili olarak
kategorilendirilme kapasitesi açısından, (cinsel, romantik ve
cinsiyetlendirilmiş de dahil) geniş uygulama çeşitliliğiyle tanımlanması ve
yargılanması açısından bir tür devlet-biçimi olarak anlaşılabilir. Göçebe
cinsellikler, sadece iki kutunun tanımlandığı koşullarda biseksüellik de dahil,
en iyi ihtimalle ya anlaşılmaz ya da en kötü ihtimalle sapkın olarak
tanımlanır. Cinsel yönelimin makul bir toplumsal kategori olarak korunması daha
fazla cinsel çeşitlilik taraftarı olanlar için geniş bir mekanizma
çeşitliliğiyle devlete bağlıdır. Bu ilişkinin kapsamlı bir araştırması, konunun
kendi içinde ve kendisine dair önemli bir proje olacaktır. Açık örnekler
arasında evlilik, cinsellik eğitimi ve açıkça ayrımcılık ve ayrımcılık karşıtı
yasalar bulunmaktadır. Bir başka birincil örnek de cinsel yönelim kimlik
hakları hareketidir. ‘İşlevsel özcülük (Spivak, Buttler’da 1990), ‘stratejik
özcülük’ (Fuss, 1989), veya ‘zorunlu kurmacalar’ (Weeks, 1995), Gamson’ın bazen
kimlik politikalarının yegâne mümkün seçenek olduğu savı tartışmaları devlet
içine alınabilecek ya da başka şekillerde temsil edilebilecek çabalar arasında
yer alır.
Temsilin Şiddeti
Anarşizmin tamamlayıcı bir
özelliği, postyapısalcı türü de dahil, temsilcilik karşıtı bir etiğe sahip
olmasıdır. Geleneksel anarşizm siyasi temsili, özellikle devlet tipinde
olanını, temsilcilerle temsil edilenler arasında bir hiyerarşi ürettiği için
reddeder. Bir “insan özü” anlayışını reddettiği için postyapısalcı anarşizm de
temsili reddetmelidir (May, 1995). ‘İnsanlara orada kimlerin olduğunu ve
kendileriyle kendilerinden çıkarabilecekleri arasında bir bariyer yaratmak
istediklerini açıklama uygulamaları’ (s.51). Cinsel yönelim kimliğine ilişkin
ilk gerekçe, zorlayıcı öznelerin, cinsel arzuları ve aynı zamanda miras alınmış
siyasal çıkarlar açısından anlaşılabilir. Başkaları adına konuşmak anlamında
temsil terimi, diğerlerini tanımlama ve kontrol etme bağlamında şiddetle
bağlantılıdır. Böylelikle temsil, devlet-biçimlerine uyumluluğun korunması için
gereklidir, buna cinsel yönelim ve devlet araçlarının tutarlılığı da dâhil.
‘Cinselliğin denetimi’ deyimi, yalnızca devletin denetim faaliyetleriyle şiddet
uygulamaları arasında, bazen sembolik olarak, cinselliğe ilişkin (veya cinsellikle
ilişkili davranışlar, özellikle cinsiyet sunumu) kuralların ihlalini
cezalandırma ortaklıklarını kabul ettiğimiz için makuldür; bu kurallar elbette
evrensel değildir, belli uygulamalar çerçevesinde üretilir ve bunlar yerel
kimliklere bağlıdır. Devlet şiddeti ve devletin egemenlik iddiasının
uygulanmasında polisler en kaba ve en görünür konumda yer alırlar (Agamben,
2000), ki kendilerini kimlik sınırlarının korunması için şiddet uygulayanlar
arasında bulanlar yalnızca üniformalılar değildir. Bu durumda yine, uzun saçlı
ve rujlu bir kadın/erkek, bir lezbiyen/straight barda ters bakışlara maruz
kaldığında, yazılı olmayan bir giyim yasasına uymadığı için kesinlikle şiddete
maruz kalmaktadır. Eğer Foucault’nun iktidarın yayılmış, ilişkisel ve ‘aşağıdan
geldiği’ 1990,94), yönündeki analizini kabul edecek olursak, devlet biçiminin
denetim işlemiyle cinsel yönelimin denetim işlemi arasındaki benzerlikleri
kabul etmek mümkündür. Cinsel yönelim kendi profesyonel polisine ihtiyaç
duymaz, çünkü tartışmalı bir şekilde var oldukları halde, aynı nedenle bir
devlet iktidarı korumak için yalnızca tümüyle polise güvenemez. Bununla
birlikte hem cinsel yönelim hem de devletler, her ikisi de – resmi ya da
gayri-resmi, kendi kendini yöneten ya da başkalarını şiddet yoluyla yöneten –
bir denetime gereksinim duyarlar.
Cinsel Göçebelik
Postyapısalcı anarşist düşünce, direnişin daima tahakküm ve denetime eşlik ettiği, yani direnç de baskı kadar
iktidarın bir ürünü olduğu şeklinde konum almaya eğilimlidir. Deleuze ve Guattari’ye
göre devlet-biçimlerine direnç göçebelik olarak tanımlanır. Cinsel yönelim, bir
devlet biçimi olarak çeşitli cinsel uygulamaları kendi özel kurallarıyla
kategorilere bağlama işlevi görür. Heteroseksüellik, homoseksüellik ve
biseksüellik; her biri cinsel, dinsel, ırksal, ekonomik ve cinsiyet yapıları
gibi diğer karakteristik özelliklerle birlikte yerel çerçevede tanımlanmış
temel kategorilerdir. Cinsellik anlayışı da diğer toplumsal uygulamalar gibi
kendi göçebe yaratıcılık biçimlerini içerir.
Cinsel göçebeliğin böylesi
kavramlaştırılması queer’inkine benzer görülebilir. Queer de
Heteroseksüel/homoseksüel, kadın/erkek ikili bölünmeleri reddetmez mi? Gerçekte
aralarında önemli benzerlikler bulunmaktadır. Ancak önemli farklar da
barındırırlar. Belki de en önemlisi “queer” teriminin önemsenmesidir. Judith
Buttler (1993), tarihsel kullanımı utandırma ve patolojikleştirme yoluyla bir
özne üretmek olan bu terimin geri alınma olanaklarını sorgular. Dünya tarihinin
“yeniden anlamlandırmalarla” silinmediğini, üstelik her kullanışta aynı yerde
takılındığını ileri sürer. Bu nedenle queer, gey ile aynı sorunlara maruz
kalacaktır. Queer’in sapma olarak anlamı, her tür cinselleşmiş (ve cinsiyete
dair) her tür ihlalin tek bir kategorinin varyasyonları olarak anlaşılması
haline geleceği yeni bir devlet biçimi üretilmesi riskidir. Queer’in
(tabiatındaki çoğunlukla değilse de yaygın dışlayıcı) kimlik olarak gelişimi bu
risk değerlendirmesinin gerçekliğini gösterir. Gerçekten de bu terimi vurgulama
kapasitesi sınıf, etnisite, yaş, din, cinsellik ve diğer yaşam deneyimleri ile
sosyal pratiklerin bakış açıları anlamında konum tarafından etkilenebilir.
Queer teorisyenleri kimlik politikalarının değerli bir eleştirisini sağlarlar.
Bununla birlikte, queer teorisinin hetero/homo bölünmesi ve özellikle gey ve
lezbiyen kimliklerine aşırı vurgusu, teoriyi gey ve lezbiyen çalışmalarının
daha eleştirel bir versiyonu olarak davranma riskiyle karşı karşıya bırakır.
Queer yaklaşımları çok nadir olarak biseksüel (Hemmings, 2002, Young 1997) ve
transseksüel kimlikleri ele alarak, çağdaş liberal LGBT Onur etkinliklerinin
dört kürsüsünün çok az ötesine gider. Queer’dan farklı olarak, göçebelik,
belirli damgalanmış kimlik ve pratikler şöyle dursun kavramsal olarak cinsiyet
ve cinselliğe odaklanmaz. Dahası, göçebe, queer’la aynı şekilde bir cinsel
kimlik haline gelecek gibi görünmemektedir, bunu ben de istemem.
Queer’le ilgili, yine bir terim
olarak mirasından kaynaklanan ikinci bir sorun, kendi doğasında olmasa da sık
sık kural ihlallerine paha biçmede kullanılmasıdır. Jeffrey Weeks’e (1995) göre
cinsiyet ve cinsellik politikaları ‘iki ayrı momenti bir araya getirmektedir.
Bir tanesi geleneksel veya devralınan cinsel yaşam düzenine meydan okuma,
mevcut oluş biçimlerinin yıkılması; diğeri de katılıma yönelik moment, kendini
dışlanmış hissedenlerin bütünüyle dahil edildiği yeni bir kent tanımı, tam bir
“cinsel vatandaşlık”a yönelik hareket’ tartışmasını açmaktadır (s.107-8). İhlal
üzerine odaklanan stratejiler, bunları yıkma girişmi barındırmaktadır.
Wilson’ın da dediği gibi, “nasıl ki sadece gerçek bir kâfir Tanrıya inanan
yegâne bireyse, kural ihlali de neyin ihlal edileceğine dair geleneksel
anlayışa bağımlıdır, hatta belki onlarla pekiştirilebilir (1993, 109). Normal,
queer olmaksızın varolamaz. Başarılı bir radikal politika, bence, eğer toplumu
başka bir etik kümesi (örn. İşbirliğine dayalı, hiyerarşik olmayan, cinsellik
konusunda rahat, uzlaşmaya dayalı, vb.) çevresinde yeniden yapılandırmayı
amaçlıyorsa, sırtını kural ihlali ve muhalefete dayamamalıdır. Amaçlar ve
araçların (yani sonuççuluğun) tutarlılığının önemi anarşist teoride önemli bir
meseledir. Bookchin, “Şu açık ki, bugün devrimin amacı gündelik yaşamın
özgürleşmesi olmalıdır. Devrimsel süreçlerle devrimin amacını birbirinden
ayırmamak gerekir,” demiştir (Bookchin, 1974: 44–45 özgün vurgu). Son
zamanlarda Cindy Milstein, çağdaş anarşist ‘hareket daha sessizce ama daha
önemle daha özgür bir toplumun ana hatlarını sunmaktadır… Burada araçların
kendileri aynı zamanda amaçlar olarak algılanmaktadır,’ savını öne sürmektedir
(2000). Ve elbette, kapsamaya odaklanan stratejiler, kimlik politikaları ve
devlet biçimlerine dair yaptığım –kalıtımsal olarak şiddet içerdikleri yönünde–
eleştirideki nedenlerden ötürü sorunludur. Özel olarak göçebelik ve genel
olarak anarşizm, ihlalin (gey) kapsama uğrağına ve (queer) kural aşımı uğrağına
bir alternatif sunmaktadır. Kurallara uymak veya onları yıkmak yerine, sürekli
yeniden yapılanma, direnme, ilişkilenme ve oyun yöntemleri geliştirmek.
Göçebelik, queer’in güçlü
yanlarını, kısıtlamalarını bertaraf ederek içeren bir kavramsal araç sağlar.
Dahası, bu makalenin amacına geri dönersek, göçebelik katılımcı yaratıcılık
açısından tanımlanmış bir uzlaşıma sahiptir. Göçebe uygulamalara katılan
bireyler, bu uygulamaların sonuçlarını öngöremiyorlarsa, kendileri için
diğerleriyle ilişkilerde bu uygulamaların terim ve anlamlarını
tanımlayabilirler. Buna karşılık, bir baskı ortamında devlet-form’larının
isteklerine uyan cinsel uygulamalar üretilir veya yeniden üretilir. Katılımcılar,
devlet form’larının, sadece bireyler işleme ne kadar katılırlarsa o kadar var
olabileceği konusunda uzlaşırlar. Bununla birlikte, bu görüş birliğini
katılımcıların nadiren (1) seçeneklerin bilincinde oldukları, (2) göçebe
uygulamaların faydalarını kabul ettikleri, (3) devlet form’larının baskılarına
dayanacak kadar güçlü ve duygusal olarak yetkin olabildikleri göz önüne alıp,
“pasif” olarak algılamamız gerektiğini düşünüyorum.
Anarşist politikalar, böylesi
çerçeveler kurup geliştirmek yolunda çalışarak, sosyal politikaların aktif
çerçeve zemininde gelişimini elverişli kılmalıdır. Anarşizm, cinsellikle
ilişkili çabalarda, şiddet içermeyen en iyi yordamı sağlamaktadır.
Çeviren: Gülce Başer
Çeviren: Gülce Başer
Siyahî Sayı 4 Mayıs 2005 s 40-45.
Kaynaklar:
Agamben, G. (2000). Sovereign
Police. Means without End: notes on politics. B. Boringhieri. Minneapolis,
University of Minnesota: 103-107.
Bookchin, M. (1974).
Post-Scarcity Anarchism. London, Wildwood House.
Butler, J. (1990). Gender
Trouble: feminism and the subversion of identity. New York, Routledge.
Butler, J. (1993). Bodies that
Matter: on the discursive limits of "sex". London, Routledge.
Epstein, S. (1998). Gay Politics,
Ethnic Identity: the limits of social constructionism. Social Perspectives in
Lesbian and Gay Studies. P. N. a. B. Schneider. London, Routledge.
Foucault, M. (1990). The History
of Sexuality, Volume 1. New York, Vintage. (Türkçesi, Cinselliğin Tarihi, çev.
Hülya Uğur Tanrıöver, İstanbul, Ayrıntı yayınları, 2003.)
Fuss, D. (1989). Essentially
Speaking: feminism, nature and difference. London, Routledge.
Gagnon, J. and W. Simon (1973).
Sexual Conduct: the social sources of human sexuality. Chicago, Aldine.
Gagnon, J. and W. Simon (1998).
Homosexuality: The Formulation of a Sociological Perspective. Social
Perspectives in Lesbian and Gay Studies: a reader. P. Nardi and B. Schneider.
London, Routledge.
Gamson, J. (1996). Must Identity
Movements Self-destruct?: a queer dilemma. Queer Theory/Sociology. S. Seidman.
Oxford, Blackwell.
Hill Collins, P. (1991). Black
Feminist Thought: knowledge, consciousness and the politics of empowerment. New
York, Routledge.
Katz, J. N. (1996). The Invention
of Heterosexuality. London, Plume.
Kinsey, A. C., W. B. Pomeroy, et
al. (1948). Sexual Behavior in the Human Male. Philadelphia, W.B. Saunders.
Kinsey, A. C., W. B. Pomeroy, et
al. (1953). Sexual Behavior in the Human Female. Philadelphia, W.B. Saunders.
Leznoff, M. and W. Westley
(1998). The Homosexual Community. Social Perspectives in Lesbian and Gay
Studies: a Reader. P. N. a. B. Schneider. London, Routledge.
May, T. (1994). The Political
Philosophy of Poststructuralist Anarchism. University Park, Pennsylvania State
University Press. (Türkçesi: Postyapısalcı Anarşizmin Siyaset Felsefesi, çev.
Rahmi G. Öğdül, İstanbul: Ayrıntı Yayınları, 2000.)
May, T. (1995). The Moral Theory
of Poststructuralism. University Park, Pennsylvania State University Press.
McIntosh, M. (1998). The
Homosexual Role. Social Perspectives in Lesbian and Gay Studies: a reader. P.
Nardi and B. Schneider. London, Routledge.
Milstein, C. (2000).
"Reclaim the Cities: from Protest to Popular Power." Perspectives on
Anarchist Theory 4(2): Reclaim the Cities - from Protest to Popular Power
Rich, A. (1993). Compulsory
Heterosexuality and Lesbian Existence. The Lesbian and Gay Studies Reader. H.
Abelove, M. A. Barale and D. M. Halperin. New York, Routledge.
Seidman, S. (1997). Difference
Troubles: querying social theory and sexual politics. Cambridge, Cambridge
University Press.
Spoon Collective (2003).
postanarchism clearinghouse http://www.geocities.com/ringfingers/postanarchism2.htm
I accessed 29 August 2003. (şu anda bu sitenin adresi postanarchism.org
olarak değişmiştir.)
Weeks, J. (1995). Invented
Moralities: sexual values in an age of uncertainty. Cambridge, Polity Press.
Wilson, E. (1993). Is
Transgression Transgressive? Activating Theory: lesbian, gay and bisexual
politics. J. Bristow and A. R. Wilson. London, Lawrence and Wishart: 107-117.
Young, S. (1997). Dichotomies and
Displacement: bisexuality in queer theory and politics. Playing with Fire:
queer politics, queer theories. S. Phelan. London, Routledge.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder