Sayfalar

13 Şubat 2012 Pazartesi

Anarşizm ya da 21.Yüzyılın Devrimci Hareketi

David Graeber ve Andrej Grubacic * 


 Gün geçtikçe daha da çok ortaya çıkıyor ki, devrimler çağı henüz sona ermedi. Ve yine aynı şekilde ortaya çıkıyor ki 21. yüzyıldaki küresel devrimci hareket, köklerinin izini Marksizm ya da dar tanımıyla sosyalizm geleneğinde değil, anarşizm geleneğinde buluyor.

 Anarşist fikir ve ilkeler, Doğu Avrupa'dan Arjantin'e, Seattle'dan Bombay'a dek her yerde yeni radikal hayal ve görüşler üretiyor. Sıklıkla taraftarları kendilerini "anarşist" olarak adlandırmıyorlar. Bir sürü başka isim söz konusu: Otonomculuk, anti-otoriterlik, yataylık, Zapatismo, doğrudan demokrasi... Yine de, herkes aynı temel ilkeleri her yerde görüyor: Adem-i merkeziyetçilik, gönüllü birliktelik, karşılıklı yardımlaşma, ağ modeli ve özellikle de, devrimcinin işinin devlet iktidarına ele geçirmek ve ardından birisinin görüşünü silah marifetiyle empoze etmek olduğu fikri şöyle dursun, amaçların araçları haklı kıldığına dair her türlü fikrin reddi. Bunların da ötesinde, bir eylem etiği-"eskinin kabuğunda" yeni toplumu yaratma fikri-olarak anarşizm, başlangıçtan beri, devlet iktidarını ele geçirmekten ziyade, sürekli genişleyen otonomi ve katılımcı idare alanları kazanarak, hâkimiyet mekanizmalarını teşhir etmek, gayrı meşru kılmak ve parçalamakla ilgili olan "hareketlerin hareketi"nin (ki, yazarlar da bunun bir parçasıdır) ana ilham kaynağı olmuş durumda.

 21. yüzyılın başlangıcında anarşist fikirlerin cazibe kazanmasının aşikâr nedenleri var: En aşikâr olanı, 20. yüzyılda kapitalizmi hükümet aygıtlarının kontrolünü ele geçirerek def etme çabalarının sonucunda ortaya çıkan başarısızlık ve felaketlerdir. Gittikçe artan sayıda devrimci, "devrim"in muazzam bir mahşerî an olarak, Kış Sarayı'nın bir tür küresel karşılığına hücum olarak gelmeyeceğini, (son zamanlarda çoğu şey gibi ivme kazanmış olsa da) insanlık tarihinin çoğunda sürecek, dramatik kavgalar kadar kaçış ve vazgeçme stratejileriyle dolu olan ve hiçbir zaman kesin bir sonuca bağlanmayacak-aslında çoğu anarşistin sezgisine göre, bağlanmaması gereken-uzun bir süreç olduğunu fark etti.

 Biraz şaşırtıcı, ama çok önemli bir teselliyi de sunuyor: Hakiki özgürlüğün neye benzediğini kısacık bir anlığına görmeye başlamak için "devrim sonrası"nı beklemek zorunda değiliz. Çağdaş Amerikan anarşizminin en büyük propagandisti olan Suçetnik Kolektifi'nin söylediği gibi: "Özgürlük yalnızca devrim anında var olur. Ve o anlar sandığınız kadar nadir değildir". Aslında bir anarşist için, yabancılaşmamış deneyimler ve gerçek demokrasi yaratmaya çabalamak etik bir buyruktur; bir kişi, ancak bugün bir örgütlenme formu yaratarak, özgür bir toplumun nasıl işleyeceği, bir gün herkesin nasıl yaşamayı başarabileceği konusunda en azından kaba bir tahmin yaparak, felakete yuvarlanmayacağımızı garanti edebilir. Tüm zevki davaya feda eden sert ve neşesiz devrimciler, sadece sert ve neşesiz toplumlar üretirler.

 Bu değişimleri belgelemek zor olmuştur, çünkü şimdiye kadar anarşist fikirler akademinin hemen hiç dikkatini çekmemiştir. Hâlen binlerce akademik Marksist vardır, ama neredeyse hiç akademik anarşist bulunmamaktadır. Bu geri kalmışlığı yorumlamak biraz zor. Hiç kuşku yok ki bu, kısmen, Marksizmin akademiye belirgin bir sempatisinin bulunmasından kaynaklanmaktadır-anarşizmin açıkça eksik olduğu bir nokta: Ne de olsa Marksizm, bir felsefe doktoru tarafından icat edilen tek büyük toplumsal hareketti. Anarşizmin tarihi hakkındaki çoğu anlatım, onun temel olarak Marksizme benzer olduğunu varsayar: Anarşizm, 19. yüzyılın belirli düşünürlerinin (Proudhon, Bakunin, Kropotkin...) kafasından çıkmış bir düşünce olarak sunulur; ardından işçi sınıfı örgütlerini esinlemeyi sürdürmüş, siyasî mücadelelerle iç içe geçmiş, kollara ayrılmıştır...

 Standart anlatımlarda anarşizm, genellikle Marksizmin daha yoksul kuzeni olarak görünür-teorik olarak biraz düz taban, ama beyni belki de tutku ve samimiyetle telafi eden. Gerçekte, bu benzetme zorlamadır. Anarşizmin "kurucular"ı, kendilerini özellikle yeni bir şey icat etmiş gibi düşünmediler. Anarşizmin temel ilkelerini-karşılıklı yardımlaşma, gönüllü birliktelik, eşitlikçi karar verme-insanlık kadar eski olarak görüyorlardı. Aynı şey, devletin ve yapısal şiddet, eşitsizlik veya tahakkümün tüm biçimlerinin reddi için de geçerlidir (anarşizmin birebir anlamı "yönetici yokluğu"dur)-hatta tüm bu biçimlerin bir şekilde bağlantılı oldukları ve birbirlerini güçlendirdikleri varsayımı için de geçerlidir. Bunlar, yeni ve şaşırtıcı bir doktrin olarak değil, insanın düşünce tarihindeki çok eski ve herhangi bir genel ideoloji teorisiyle kuşatılamayacak bir eğilim olarak görüldü.

 Bu, bir düzeyde bir tür inançtır: İktidarı zorunlu kılar gibi görünen sorumsuzluk biçimlerinin çoğunun, aslında iktidarın kendi sonuçları olduğu inancı. Pratikte sürekli bir sorun olsa da, insan hayatındaki her zorunlu ve hiyerarşik ilişkiyi teşhis etme ve bu ilişkilere kendilerini haklı çıkarmaları konusunda meydan okuma gayreti ve eğer haklı çıkaramazlarsa-hiçbir zaman çıkaramazlar-iktidarlarını sınırlama ve böylelikle insan özgürlüğü olanaklarını genişletme gayreti. Tam olarak bir Sufinin, Sufizmin tüm dinlerin ardındaki esas hakikat olduğunu söylemesi gibi, bir anarşist de anarşizmin tüm siyasî ideolojilerin ardındaki özgürlük tutkusu olduğunu iddia edebilir.

 Marksizm okullarının her zaman kurucuları vardır. Nasıl ki Marksizm Marx'ın aklından kaynaklandıysa, aynı şekilde Leninistler, Maocular, Althusser'ciler bulunmaktadır... (Listenin nasıl devlet başkanlarından başlayıp neredeyse eksiksiz bir şekilde Fransız profesörlere doğru tasnif olduğuna dikkat edin-Fransız profesörler de sırasıyla kendi kollarını dölleyebilirler: Lacan'cılar, Foucault'cular...)

 Bunun tersine anarşizmin okulları, hemen her zaman bir çeşit örgütsel ilke ya da pratik biçiminden doğar:
Anarko-sendikalistler ve Anarko-komünistler, İsyancılar ve Platformcular, Kooperativistler, Konseyciler, Bireyselciler vs. Anarşistler, yaptıkları ve bunu nasıl yapacakları konusundaki örgütlenmeleriyle birbirlerinden ayırt edilirler. Ve doğrusu bu, anarşistlerin, zamanlarının çoğunu üzerine düşünerek ve hakkında tartışarak geçirdikleri konu olagelmiştir. "Köylüler potansiyel olarak devrimci sınıf mıdır?" (anarşistler bunu köylülerin karar verecekleri bir şey olarak görür) ya da "Meta biçiminin doğası nedir?" gibi Marksistlerin zihnini kurcalayan geniş stratejik veya felsefî sorun türleriyle anarşistler asla fazla ilgilenmemişlerdir. Bundan ziyade, bir toplantıya gitmenin hakikaten demokratik yolunun ne olduğu, örgütlenmenin hangi noktada insanları güçlendirmeyi bırakıp bireysel özgürlüğü bastırdığı gibi konularda tartışmaya eğilimlidirler. "Liderlik" zorunlu olarak kötü bir şey midir? Ya da, iktidara karşı çıkmanın etiği konusunda: Doğrudan eylem nedir? Bir devlet başkanına suikast düzenleyen birisini kınamalı mı? Tuğla atmak ne zaman doğrudur?

 O hâlde Marksizm, devrimci strateji konusunda teorik ya da analitik bir söylem olma eğiliminde olmuştur. Anarşizmse, devrimci pratik konusunda etik söylem olma eğiliminde... Sonuç olarak, Marksizmin parlak eylem teorileri ürettiği yerlerde, eylemin kendisi üzerinde çalışan çoğunlukla anarşistler olmuştur (1).

 Şu anda, anarşizmin kuşakları arasında kopuşa benzer bir şey vardır: Siyasî formasyonu 60'lar ve 70'lerde gerçekleşenler-ve sıklıkla hâlâ geçen yüzyılın sekter alışkanlıklarını silkelememiş olanlar-ya da hâlen o koşulları baz alanlarla, diğerlerinin yanı sıra yerli, feminist, ekolojik ve kültürel-eleştirel fikirler tarafından şekillendirilmiş daha genç kuşak arasında. Bahsedilen ilk kuşak, temel olarak son derece açık ve görülür olan IWA (Uluslararası İşçi Birliği), NEFAC (Kuzey Doğu Anarko-Komünist Federasyonu) ya da IWW (Dünya Endüstriyel İşçileri) gibi Anarşist Federasyonlar aracılığıyla örgütlenir. Diğerleri, daha belirgin biçimde küresel toplumsal hareket ağları içinde çalışırlar-Avrupa ve diğer yerlerdeki anarşist kolektiflerle Yeni Zelanda'daki Maori eylemcilerinden Endonezya'daki balıkçılara ya da Kanadalı posta işçileri sendikasına kadar çeşitli grupları birleştiren Halkların Küresel Eylemi (Peoples Global Action) gibi ağlar (2). Gevşek bir şekilde "küçük-a anarşistleri" olarak söz edebileceğimiz bu kesim, şu anda açık arayla çoğunluğu oluşturmakta. Ama bunu söylemek bazen zor oluyor, zira büyük çoğunluğu anarşizme sempatisini yüksek sesle ilan etmiş durumda değil. Aslında, anti-sekterlik ve açık uçluluk gibi anarşist ilkeleri, kendilerini tam da bu yüzden 'anarşist' olarak adlandırmayı reddedecek kadar ciddiye alan pek çok grup var (3).

 Ancak, anarşist ideolojinin tüm göstergelerinde bulunan üç temel, orada kesinlikle bulunuyor: Devlet karşıtlığı, anti-kapitalizm ve örnekleyici siyaset (örneğin, yaratmak istediğiniz dünyaya bilinçli bir şekilde benzeyen örgütlenme tarzları. Ya da anarşist bir İspanya devrimi tarihçisinin açıkça belirttiği gibi: "yalnızca fikirleri değil, geleceğin kendi gerçeklerini düşünme gayreti" [4]). Hepsi de yeni anlamıyla anarşist olarak adlandırılabilecek, yayın bozma kolektiflerinden Indymedia'ya kadar her şeyde bu unsur mevcut (5). Bazı ülkelerde bir arada var olan bu iki anarşist kuşağı arasında, çoğunlukla bir diğerinin yaptığını takip etme biçiminde-ama daha öteye gitmeyen-çok sınırlı bir kesişme var.

 Bunun nedenlerinden biri, yeni kuşağın ideolojinin ince noktaları üzerine tartışmaktan ziyade yeni pratik biçimleri yaratmakla daha çok ilgili olması. Bunlar arasında en çok coşku vereni, yeni karar alma süreçlerinin gelişimi, en azından alternatif bir demokrasi kültürünün filiz vermesi. Binlerce eylemcinin büyük ölçekli eylemleri konsensüsle ve resmî bir liderlik yapısı olmadan koordine ettikleri, meşhur Kuzey Amerika sözcü konseyleri, bunların yalnızca en görkemlileri.

 Aslen, bu biçimleri "yeni" olarak adlandırmak bile biraz aldatıcıdır. Yeni kuşak anarşistler için temel esinlerden biri, binlerce yıldır konsensüs sürecini kullanan konuşma toplulukları Tzeltal ya da Tojolobal'da temellenen Chiapas Zapatista otonom yerellikleridir-sadece şimdi, kadın ve gençlerin de eşit sese sahip olmalarını temin etmek amacıyla devrimciler tarafından benimsenmiştir. Kuzey Amerika'da "konsensüs süreci", her şeyden çok, 60'lar Yeni Sol'unda tipik olan maço liderlik tarzına geniş çaplı ve güçlü bir tepkinin parçası olarak 70'lerdeki feminist hareketten meydana gelmiştir. Konsensüs fikrinin kendisi, yine, Altı Millet ve diğer Yerli Amerikan pratiklerden esinlendiklerini iddia eden Quaker'lardan ödünç alınmıştır.

 Konsensüs sık sık yanlış anlaşılmaktadır. Konsensüsün boğucu bir uyumluluğa yol açacağını öne süren eleştirmenleri işitirsiniz, ama konsensüsü eylem hâlinde gözlemleyen ve en azından idmanlı ve deneyimli kolaylaştırıcıların rehberlik ettiği neredeyse hiç kimseden bunu işitemezsiniz (bu konulardaki geleneklerin güçsüz olduğu Avrupa'daki yakın zaman deneyimleri, biraz derme çatma yapılmıştır). Aslında işleyen varsayım, hiç kimsenin bir diğerini tamamen kendi bakış açısına doğru tam anlamıyla çeviremeyeceği, belki de çevirmemesi gerektiği şeklindedir. Bunun yerine, konsensüs sürecinin anlamı, bir grubun müşterek bir eylem yönü hakkında karar vermesine izin vermektir. Tekliflerin lehine veya aleyhine oy vermek yerine, teklifler tekrar tekrar çalışılır, engellenir ve yeniden kurulur, bir taviz ve sentez süreci mevcuttur, ta ki herkesin birlikte yaşayabileceği bir yerde buna son verilene dek. Son aşamaya, yani "kararlaştırılmış konsensüs"e gelindiğinde, mümkün olan iki itiraz düzlemi vardır: bir kişi "yol verebilir", ki "bunu beğenmedim ve buna katılmayacağım, ama kimsenin bunu uygulamasını da engellemeyeceğim" demektir, veya "bloke edebilir", ki bu da veto etkisine sahiptir. Bir kişi, ancak, grup olmanın temel ilkelerini ya da mantığını ihlâl ettiğini sezdiğinde teklifi bloke edebilir. ABD anayasasında mahkemelere verilen anayasal ilkeleri ihlâl eden yasama organı kararlarını hükümsüz kılma görevinin, burada birleşik grup iradesine gerçekten karşı koyabilecek cesarete sahip kişiye verildiğini söyleyenler olabilir (tabiî, yine de, ilkesiz bloklara meydan okuma yolları vardır).

 Birileri, bu çalışmaları garanti etmek için geliştirilmiş karmaşık ve şaşırtıcı şekilde sofistike yöntemler hakkında; çok büyük gruplar için gerekli olan değiştirilmiş konsensüs biçimleri hakkında; konsensüsün kendisinin bir kişinin zorunda kalmadıkça çok büyük grupların önüne teklif getirmek istemeyeceğini garanti ederek adem-i merkeziyetçilik ilkesini nasıl pekiştireceği hakkında; cinsiyet eşitliğini sağlama ve çatışmaları çözme araçları hakkında (ve saire ve saire) uzun uzadıya, bıktırana kadar konuşabilir. Aslolan nokta şu ki, bu, Avrupalı veya Kuzey Amerikalı eski kuşak anarşistlerin her zaman kullandıkları ya da, örneğin, Arjantin orta sınıf kentli mahalle meclislerinde hâlen kullanılan (yine de, dikkate değer bir şekilde, konsensüsle çalışma eğiliminde olan, daha radikal piqueteros-örgütlü işsizler-arasında kullanılmıyor) çoğunluk oyu sistemini aklımıza getiren türden çok farklı bir doğrudan demokrasi biçimidir. Farklı hareketler arasında uluslararası alanda artan temas ve kökten bir şekilde farklı gelenekleriyle Afrika, Asya ve Okyanusya'dan yerel grup ve hareketlerin dahil olmalarıyla birlikte, "demokrasi"nin ne anlama geldiğine dair yeni bir küresel yeniden kavramlaştırmanın başlangıcını görüyoruz; mevcut dünya iktidarları tarafından şu anda teşvik edilen neo-liberal parlamentarizmden mümkün olduğunca uzakta bir "demokrasi" bu.

 Aynı şekilde, varolan çoğu anarşist literatürü okuyarak bu sentez ruhunu takip etmek zor, zira enerjilerinin çoğunu ortaya çıkan pratik biçimleri yerine teori sorunlarına harcayanlar, muhtemelen, eski sekter ikiye bölünmüş mantığı sürdürecekler. Modern anarşizm sayısız çelişkiyle doludur. Küçük-a anarşistleri yavaş yavaş yerli müttefiklerinden öğrendikleri fikir ve pratikleri kendi örgütlenme tarzlarına veya alternatif cemaatlerine dahil ederlerken, yazılı literatürdeki esas iz, endüstriyel uygarlığın ve bazı durumlarda tarımın bile top yekûn ortadan kaldırılmasını isteyen, adı kavgacıya çıkmış/çok tartışmalı [a notoriously contentious] bir tayfa olan İlkelciler (Primitivist) kolunun ortaya çıkışı oldu (6). Bununla beraber, bu eski mantığın, konsensüs-temelli grupların pratiğine daha çok benzeyen bir şeylere geçit vermesi yalnızca bir zaman meselesidir.

 Bu yeni sentez neye benzeyecek? Bazı ana hatlar hareketin içinde şimdiden ayırt edilebiliyor. Anti-otoriterlik odağını daima genişletmekte ısrar edecek-"tahakkümün bütünlüğü"nü kavramaya çalışarak, yani yalnızca devleti değil aynı zamanda cinsiyet ilişkilerini, yalnızca ekonomiyi değil aynı zamanda kültürel ilişkileri ve ekoloji, cinsellik ve aranabileceği her biçimde özgürlüğü vurgulamaya gayret ederek; ve bunların her birini yalnızca otorite ilişkilerinin yegâne prizması aracılığıyla değil, daha zengin ve daha çeşitli kavramlarla şekillenmiş olarak vurgulamaya çabalayarak sınıfsal indirgemecilikten uzak duracak.

 Bu yaklaşım, maddî üretimin sonsuz bir şekilde genişlemesini istemez veya teknolojilerin nötr olduğunu düşünmez, ama kendi başına teknolojiyi de kötülemez. Bunun yerine, çeşitli teknoloji tiplerini iyi bilir ve uygun olanları kullanır. Kendi başına kurumları ya da kendi başına siyasî biçimleri kötülemediği gibi, eylemcilik ve yeni bir toplum için, diriltilmiş ilgi grupları ve sözcü yapılarıyla zaten birlikte olan aynı çizgiler boyunca, yeni toplantı tarzları, yeni karar alma tarzları, yeni koordine olma tarzlarını içeren yeni kurumlar ve yeni siyasî biçimler tasarlamaya çabalar. Kendi başına reformları kötülemediği gibi, bir yandan daha ileri kazanımlara ve er geç top yekûn dönüşüme doğru ilerlerken, bir yandan da insanların acil ihtiyaçlarına karşı dikkatli olan ve hayatlarını burada-ve-şimdi iyileştiren, reformist olmayan reformları belirlemek ve kazanmak için mücadele eder (7).

 Ve tabiî ki, teori pratiğe yetişmek zorundadır. Modern anarşizm, tamamen etkili olmak için, en azından şu üç düzeyi kapsamak zorunda olacaktır: Eylemciler, halk örgütlenmeleri ve araştırmacılar. Bugünkü sorun şu ki, geçmişteki, eski moda, öncü alışkanlıklar-radikal entelektüel dünyanın büyük kısmına hâlâ dadanmış duran Marksist sekter sersemlik-edinmek isteyen anarşist entelektüeller, rollerinin ne olması lâzım geldiği konusunda pek de emin değiller. Anarşizm öze dönüşlü hâle gelmeli. Ama nasıl? Yanıt bir seviyede açık gibi görünüyor. Kimse, ders vermemeli, dikte etmemeli ve hatta kendisini kesinlikle öğretmen olarak düşünmemeli, ama dinlemeli, araştırmalı ve keşfetmelidir. Radikal pratiğin yeni formlarının zaten altında yatan zımnî mantığı didiklemek ve aşikâr kılmak. Bilgi sağlayarak veya egemen elitin güya nesnel ve güvenilir söylemlerin arkasına dikkatle saklanmış çıkarlarını, aynı şeyin yeni bir versiyonunu empoze etmekten ziyade teşhir ederek kendini eylemcilerin hizmetine vermek. Fakat aynı zamanda çoğu kişi entelektüel mücadelenin yerini yeniden doğrulaması gerektiğinin farkında. Çoğu kişi, bugün anarşizmin temel zayıflıklarından birinin, diyelim ki Kropotkin veya Reclus'un veyahut da Herbert Read'in zamanına kıyasla, sembolik olanın ve öngörülü kişinin ihmal edilmesi ve teorinin etkisinin gözden kaçırılması olduğunu vurgulamaktadır. Etnografyadan ütopyacı hayallere-ideal olarak, mümkün olan en fazla sayıda ütopyacı hayale-nasıl hareket edilecek? ABD gibi ülkelerde anarşizme en fazla insan kazandıranların Starhawk veya Ursula K. LeGuin gibi feminist bilimkurgu yazarları olması hiç de tesadüf değildir (8).

 Bunun başlamasının yollarından biri şu ki, anarşistler diğer toplumsal hareketlerle ilgili deneyimlerini daha gelişmiş bir teori yapısıyla iyileştirmeye başladıkça, bu çevrelerden gelen fikirler anarşizme yakınlaşıyor ve doğrusu ondan esinleniyorlar. Örnek olarak, anarşist bir ekonomist görüşü kusursuz bir şekilde temsil eden ve anarşist ekonomik geleneğe yeni şeyler ekleyip onu doğrulayan katılımcı ekonomi fikrine bakalım. Katekon** teorisyenleri, ileri kapitalizmde iki değil üç temel sınıfın olduğunu savunuyorlar: sadece proletarya ve burjuvazi değil, rolü, işçi sınıfının emeğini yönetmek ve kontrol etmek olan "koordinatör sınıf". Bu, kontrol sistemleri için merkezî önemi bulunan yönetim hiyerarşisi ile profesyonel danışmanları içeren bir sınıftır-avukatlar, önemli mühendisler, muhasebeciler vs. Bunlar, bilgi, yetenek ve bağlantılar üzerindeki göreli tekelleşmeleri nedeniyle sınıfsal konumlarını sürdürürler. Sonuç olarak, ekonomistler ve bu gelenek içindeki diğer çalışanlar, kol ve kafa emeği arasındaki ayrımları sistematik olarak giderecek ekonomi modelleri yaratmaya çalışırlar. Madem ki anarşizm devrimci yaratıcılığın merkezinde bulunmaktadır, bu modellerin taraftarları gittikçe artan bir şekilde, eğer sancağı taşımıyorlarsa, en azından fikirlerinin anarşist görüşlere ne derece uygun olduğunu vurguluyorlar (9).

 Benzer şeyler, anarşist siyasî görüşlerin gelişiminde de olmaya başlıyor. Şimdi bu, klasik anarşizmin, hiçbir zaman bir siyasî örgütlenme teorisi geliştirmemiş olan klasik Marksizmden zaten bir adım önde olduğu bir alan. Değişik anarşizm okulları, sık sık, her biri bir diğerinden önemli derecede farklı olsa da, oldukça spesifik toplumsal örgütlenme biçimlerini desteklemişlerdir. Bir bütün olarak anarşizm, hâlâ, liberallerin 'olumsuz özgürlükler' veya '-den özgürlükler' demeyi sevdikleri şeyi ilerletmeye, müstakil olarak '-e özgürlükler' ['olumlu özgürlükler']i ilerletmekten daha meyillidir. Anarşizm, genellikle, tam da bu durumunu kendi çoğulculuğunun, ideolojik hoşgörüsünün ya da yaratıcılığının bir kanıtı olarak kutlar. Ancak sonuçta, küçük ölçekli örgütlenme biçimleri geliştirmekten öteye gitmeye dair bir isteksizlik ve daha büyük ve karmaşık yapıların aynı ruhla sonradan kendiliğinden gelişeceğine dair bir inanç mevcuttur.

 İstisnalar var. Pierre Joseph Proudhon, özgürlükçü bir toplumun nasıl işleyebileceğine dair bütünsel bir görüş bulmaya gayret etti (10). Proudhon'un çabası, genel olarak bir başarısızlık olarak addedilir, ama Kuzey Amerikalı Sosyal Ekolojistlerin "özgürlükçü belediyecilik" görüşü gibi daha gelişmiş görüşlerin yolunu işaret etmiştir. Bugün, örneğin, Katekon'cuların vurguladığı işçi kontrolü ilkeleriyle, Sosyal Ekolojistlerin vurguladığı doğrudan demokrasinin nasıl dengeleneceğine dair parlak bir gelişme vardır (11).

 Bununla birlikte, içi doldurulması gereken bir çok ayrıntı bulunmakta: Anarşistlerin çağdaş yasama kurulları, mahkemeler, polis ve çeşitli idarî dairelere olumlu kurumsal alternatifleri tam olarak nedir? Yasama, yürütme, yargı ve uygulamayı kapsayan, bunların her birinin üstesinden otoriter olmayan yollarla etkili bir şekilde nasıl gelineceğini gösteren siyasî bir görüş nasıl önerilecek-yalnızca uzun vadeli umut sağlamak için değil, günümüzün seçim, yasama, yürütme ve yargılama sistemine ve böylelikle birçok stratejik seçime acil yanıtlar vermek için? Açıkçası, bu konuda anarşistlerin hemfikir olacakları bir çizgi asla bulunmayacak, küçük-a anarşistleri arasındaki genel hissiyat, en azından birçok somut görüşe ihtiyacımız olacağı noktasında. Bununla birlikte, Chiapas ve Arjantin gibi yerlerde büyüyen öz-yönetsel cemaatlerdeki gerçek toplumsal deneyimler ve anarşist akademisyen/eylemcilerin, yeni kurulan Gezegen İçin Alternatifler Ağı (Planetary Alternatives Network) ile başarılı ekonomik ve siyasî biçim örnekleri keşfetmeye ve derlemeye başlamak için oluşturulan Kapitalizmden Sonra Hayat (Life After Capitalism) forumları gibi gayretleri arasında, çalışma başlıyor (12). Bu, açık bir şekilde, uzun vadeli bir süreç. O hâlde, anarşist yüzyıl daha yeni başladı. 


Çeviren: A.Ç.M.






* David Graeber Yale Üniversitesi (ABD)'nde doçent ve siyasî eylemci; Andrej Grubacic Yugoslavyalı bir tarihçi ve toplumsal eleştirmendir. Graeber ve Grubacic, Gezegen İçin Alternatifler Ağı (Planetary Alternatives Network-PAN)'nda çalışmaktadırlar. Özgün ismi Anarchism, Or The Revolutionary Movement Of The Twenty-first Century olan bu makale, 6 Ocak'ta Znet'te yayınlanmıştır.
** Katılımcı ekonomi (participatory economy) kavramı, genellikle teorisyenleri tarafından parecon şeklinde kısaltılarak kullanılmaktadır. Ben de bu kısaltma için uygun Türkçe karşılığın katekon olacağını düşündüm.
Notlar:
 (1) (Özgün İngilizce metinde, sanırım bir hata sonucu, 1 numaralı dipnotun yeri ana metinde belirtilmemiş. Açıkçası bir inisiyatif alarak, uygun yere yerleştirdim-ç.n.) Bu, anarşistlerin teoriye karşı olmak zorunda oldukları anlamına gelmez. Anarşizmin, bugün anladığımız anlamda bir Yüksek Teori'ye ihtiyacı olmayabilir. Kesinlikle tek bir Anarşist Yüksek Teori'ye de ihtiyacı olmayacaktır. Bu, anarşizmin ruhuna tamamen aykırı bir şey olurdu. Bizce daha iyisi, anarşist karar alma süreçlerinin ruhunda bulunan şeydir: Teoriye uygulandığında, bu, yalnızca belirli müşterek sözler ve anlayışlarla birleşmiş olan yüksek teorik perspektiflerin çeşitliliği ihtiyacını kabul etmek anlamına gelecektir. Bu süreç, ötekilerin temel varsayımlarının yanlışlığını ispatlama ihtiyacında temellenmekten ziyade, bunların birbirlerini sağlamlaştıracakları özel projeler bulmaya çalışır. Sırf teorilerin bazı bakımlardan oranlanamaz olmaları bir arada var olamayacakları veya birbirlerini pekiştirmeyecekleri anlamına gelmediği için, bireylerin benzersiz ve oranlanamaz bir dünya görüşüne sahip olmaları, arkadaş ya da sevgili olamayacakları veya ortak projelerde çalışamayacakları anlamına gelmez. Hatta anarşizm, Yüksek Teori'den çok daha fazla aşağı teori olarak adlandırabileceğimiz şu şeye ihtiyaç duymaktadır: Bir dönüşüm projesinden çıkan hakiki ve acil sorunlarla boğuşmanın yolu.
(2) Halkların Küresel Eylemi (Peoples Global Action)'nin heyecan verici tarihi hakkında bilgi edinmek için şu kitabı öneririz: We are Everywhere: The Irresistible Rise of Global Anti-capitalism, ed. Notes from Nowhere, Londra, Verso 2003. Ayrıca bk. PGA web sitesi: www.agp.org
(3) David Graeber, "New Anarchists", New Left Review 13, Ocak-Şubat 2002 ile karşılaştırınız.
(4) Bk. Diego Abad de Santillan, After the Revolution, New York, Greenberg Publishers 1937.
(5) Küresel indymedia projesi hakkında daha çok bilgi için: www.indymedia.org
(6) Jason McQuinn, "Why I am not a Primitivist", Anarchy: a journal of desire armed, printemps/été 2001 ile karşılaştırınız. Le site anarchiste www.anarchymag.org ile karşılaştırınız. John Zerzan, Future Primitive & Other Essays, Autonomedia, 1994 ile karşılaştırınız.
(7) Andrej Grubacic, Towards an Another Anarchism ile karşılaştırınız, Sen, Jai, Anita Anand, Arturo Escobar and Peter Waterman, The World Social Forum: Against all Empires, New Delhi: Viveka 2004 içinde.
(8) Starhawk, Webs of Power: Notes from Global Uprising, San Francisco, 2002 ile karşılaştırınız. Ayrıca bk. www.starhawk.org
(9) Albert, Michael, Participatory Economics, Verso, 2003. Ayrıca bk. www.parecon.org
(10) Avineri, Shlomo. The Social and Political Thought of Karl Marx, Londra, Cambridge University Press, 1968
(11) Bk. The Murray Bookchin Reader, ed. Janet Biehl, London: Cassell 1997. Ayrıca Sosyal Ekoloji Enstitüsü'nün web sitesi: www.social-ecology.org
(12) Kapitalizmden Sonra Hayat (Life After Capitalism) forumları hakkında daha fazla bilgi için: www.zmag.org/lacsite.htm



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder